Yeni yıla bir kala bizi öğüten 2023’e şöyle bir bakalım isterim. Cumhuriyetin 100. Yılı diye büyük heyecanlarla başladığımız sene resmen elimizde infilak etti. Neresine uzansak erozyona uğramış, ahlak zaaflarıyla, şiddetle dolu ülkemde isabet almadan yaşayabilenlerle yola devam ediyoruz.
Bu sayfada önceliğim tiyatro olsa da bu hafta doğaçlama yapayım diyorum. Ülke çok acayip. Yazımı yazıyorum güncelliği bir günden kısa sürüyor. Ama artık yayına yirmi dört saatten az kaldığından flaş gelişmeler için lütfen manşetlere bakınız.
Aklımızdan, kalbimizden asla çıkartamayacağımız 6 Şubat depremi ile başımızdaki çatıların altında fiziken ve fikren un ufak olduk. Soğumayan acıyı, öfkeyi ve isyanı anlatmanın yollarını ararken cümleler çok cılız kalıyor. Gerçekliği o kadar sert ve tarif edilemez ki yılı dolmak üzereyken o bölgenin ve insanlarının hala el değmemiş, çözülmeyen yüzlerce sorun var. Barınma, beslenme, sağlık, güvenlik, eğitim, hijyen gibi temel sorunların hala sürüyor olması travmaların konuşulmasına imkân vermiyor. Hayatta kalıp, deprem bölgesinden çıkamamış olmak onlar için bitmeyen azap olsa gerek.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Sağlık sisteminin altındaki dinamit covid ile beraber patlamadıysa bu, sistemin kuvvetinden değil sağlık çalışanlarının vicdanlarından ve sorumluluk duygularından ötürüydü. Ama sonra ne oldu? Ailelerimizi ve canımızı hiçe sayarak çalışmaya devam ettiğimiz o günlerde, akşam sekizde bizi evlerinde alkışlayan halk işler normale dönünce tekrar tekme tokat daldılar bize. Öldürdüler. Ve her şey gibi zaman içinde bu da normalleşti. Hatta hak ettiğimiz söylendi. İlaç ve malzeme sıkıntısına ek olarak doktor sıkıntısı da böylece başladı. Mecburi çalıştırılma zorbalığı da çözüm olamadı. Büyük hizmet binaları ile övünen yüksek makamlar, talep görmeyen doktor kadroları ile nasıl hasta iyileştirecekler bakalım derken onun da ithal yollarını buldular. Sonuçta kendi toprağımızda yetişebilen her şeyi ithal eder duruma düşmüşken; ürünün kalitelisini ihraç ederken, bu sivri zekayla yetişmiş her türlü insan gücümüzü yollar, yerine ucuzundan, kalitesizinden insanları hizmet sektörüne sunarlar. Ay çok uzun olmuş bu cümle özeti böyle davranmaya devam edersen ektiğini bile biçemezsin.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Eğitim sistemine kısa bir bakalım mı? Sadece doktor mu döveceğiz diyen halkın hızını alamayarak sınıf basıp öretmen dövmeye evrilen yetenekleri ile kime nerede ne sekeceğini bilemez olduk. Çocuklar zaten okul tuvaletlerinde, bahçelerinde birbirlerini dövüp çoktan eşkıya olmuşken, veliler de kendilerine akran olarak diğer velileri ya da öğretmenleri seçtiler. İş bulamadıkları için öğretmenlik yapan azımsanmayacak sayıdaki eğitimci devlete atansa dayak yiyecek, özel sektörde çalışsa iliğine kadar sömürülecek. Al sana kırk katır mı kırk satır mı? Bu sistemin başındaki bakan bey de tam bu aralar STK’nın tanımını yeniden yazmakla meşgul. Çünkü ihale vermekten başka hiç derdi kalmamış, 20 yılda beş yüz kez değişmiş şahane bir eğitim sistemimiz var. Böylece çocuklarımız Anadolu lisesi diye başladıkları okullarından imam hatip diplomasıyla mezun olabiliyorlar. Burası Alice Harikalar Diyarı olduğu için üniversitelerde de değişik sürprizler bekliyor onları. YÖK de fena değil yani. Yüksek puanla akıllı çocukların gittiği okulların toplumda uyanma yaratacağı endişesiyle değerli hocalarını kampüse sokmuyorlar mesela. Öğrenci var ama hoca yok. Neyse ki üniversite kontenjanı kadar polis ya da jandarma oluyor içeride de devlet güvencesinde bilimin getireceği tehlikelerden korunuyor çocuklarımız. Yurt sorunlarını unuttum sanmayın, siz de unutmayın.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Ekonomiye baksak dibi epey delik. Fakirlikte bile değil baya açlıkta eşitleme uğraşları başarılı gidiyor. Eğer hedef buyduysa oldukça iyi bir sene geçirdik. Valla iyi fakirledik helal. Aç insanın adaletle, özgürlüklerle, sanatla, eğitimle bir işi olmaz. Sadakayı veren düdüğü çalar, oyları toplar. Ki 2023 bize öğretti ki oy da versek olmuyor, boy da versek olmuyor. Muhalefet de yerine çok alıştı, iktidara gelip bunca sorunla uğraşmak istemiyor. Kendileri bozdular, önce orada boğulsunlar sonra bakarız diyorlar. Bakalım bu sene mart kime kapıdan baktıracak? Her gün pazarda, markette uzatılan bir sürü mikrofona herkes uzaylı gibi cevaplar veriyor. Bizde sosyal medya sayesinde bu oyları kim veriyor merakımızı gideriyoruz. Zaytung sanıp gülüyoruz ama epeyce gerçekler.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Barınma bir sorun, barınamama daha büyük bir sorun. Ne yaman çelişki. Yaşadığımız yerler üstümüze çökecek diye korkarken, dışarıda kalmamak için saçma sapan rakamlar istenen evler yüzünden birbirimize giriyoruz. Bak süper taktik. Her şeyi boz ama sorumluluk alma; kiracı ile ev sahibi birbirini yesin, hasta doktora, veli öğretmene, davalı davacıya, taksi şoförleri hepimize derken… Neyse işte anladınız siz. Evim var, iyi semte bana bir şey olmaz deme oralara da iki gün sonra rezerv alan derler donunla kalıverirsin sokakta.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Davalı deyince aklıma hukuk sistemimiz geldi. Bir de gülme geliyor normal herhalde, saatim huniye çeyrek var. Uygulanmayan yasalar, vicdanları darmaduman eden aflar, var olan yasaları tanımamamlar… İtirafçılık, etkin pişmanlık, iyi halde olsunlar bunların hepsinin suçlular yararına işlemesi de çok tuhaf değil mi? Kadınları öldürmekte beis yok yeter ki dolapta ütülü bir takım elbisen olsun. Küçük çocuklara taciz, tecavüz konusunda bizim kanımız donsun bunları yakalamaya, ceza vermeye gelince basın yasakları, gizli duruşmalar yapılsın. İşine gelmeyen söylemlere duygu uçları son derece hassas toplum, konu kadınlar, çocuklar olunca epey nasır tutmuş durumda. Şimdi ben bunları düşündüm, sonra üşenmedim yazdım diye ağzıma biber süren kurumlar olabilir. Sonuçta malum gazetemizin aylık ceza abonmanlığı var. Ama sanırım aralık ayı kotası tamamdı, devam edebilirim.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Çete içinde çetecikler, örgüt içinde örgütçüklerle aklımıza gelmeyecek her köşeden lağım kokuları gelirken her gün bir operasyon haberine şahit oluyoruz. Aynı iktidarın sadece bakanı değişti, unutmazsak sevinirim. Yani işlenen tüm suçlar mevcut iktidarın zamanında yapıldı, yapılıyor ve korkarım gelecek zaman kipi bu cümlenin sonuna yakışır.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Yüzüncü yıl dedik de bunları düşündükçe biz yüze baya iyi gelmişiz. Cumhuriyet bence bizden daha dayanıklıymış ki bize rağmen bu yaşa gelebilmiş. Her türlü Ali cengiz oyununa rağmen fena da kutlanmadık hani. Hatta son dakikada sürpriz bir kutlama bile oldu. Maç oynanmadı ama herkesi gol sevinci kapladı. Bana göre maça bir sıfır yenik başlanmıştı. Kendi kalemize golü Sudi Arabistan’a gitmeye tamam dediğimizde çoktan atmıştık. Oyunun içindeyken kural değişmez. Yani maç hala berabere.
Kısa yazar bitiririm siz de rahat edersiniz diye başlamıştım ama daha yarısına gelemedik olanların. Ki bunlar sadece ülke içi, daha kafamızı kaldırıp komşularımıza, dünyaya bakamadık. Bakmayalım da. Çocukların, sivillerin katledildiği bir savaşa baksak ne çare. Kapısının önünde işlenen suçlar için çaresizlik hissettirtilen, kader işte deyip saçma sapan tevekkül cümleleri kuran bizlerin başkaları için göstereceği hassasiyet ticaret anlaşmalarındaki rakamlara kadar sürer.
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Mağduriyetinin boyuna ve zamanına göre gündem olunabilen bir ülkede popülist yaklaşımlar pansuman bile olamıyor sorunlara. Mesela sokak köpekleri her gün birilerini ısırıyor. Bu çok ciddi bir halk sorunu. 1910’da Hayırsız Ada’ya terkedilen 80 bin köpeğin ulumaları bilinç dışımızla bize aktarılmışken bunun çözüm olmadığı artık bilinmeli. Ülkenin her yerinde aynı zamanlarda başlatılacak kısırlaştırma, iyi koşullarda barınaklar, sahiplendirme, satışların yasaklanması, terklerin cezalandırılması gibi sistemli bir uygulamayla bu sorun 3 yılda cinayet işlemeden biter. Ama pardon sistemli dedim ve 3 yıl dedim, olmaz tabi bu iş. Bir de aracıların para kazanabileceği ölçekte bir iş değil değmez yani. Gerçekte kimsenin aslında sorunları çözmek gibi bir derdi yok.
Mültecilerin kontrolsüz göçü sorucunda iki taraf içinde sorunlar başladı. Ve 20 yıl sonrası çok daha karanlık. Kendi kasabasından, mahallesinden ayrılmak zorunda kalan yerleşik halka karşılık iş gücü sömürülen, kadınları ve çocukları kötü muamele gören insanlar var. Yeni düşmanlıklar için, milliyetçi damarla için taze kan. Şiddet toplumu için yeni arenalar.
Meclise halkın oylarıyla seçilmiş insanları hapiste tutarak, hapse atarak siyaset yapmak çok kolay. Çift kale görünümlü tek kale maç adeta. Bu futbol metaforu da eğlenceliymiş.
Biz hangi mağduriyetin peşinde koşacağız bu sene?
Kendimizi güvende hissediyor muyuz?
Yazının başında demiştim ya bu kadar mesele varken bu hafta tiyatro yazmayayım diye. Ama onsuz bitiremem. Tiyatronun içinde bulunduğu koşullardan, tüm zorluklara iki kalas bir hevesle tutunmaya devam etmesinden bahsetmeyeceğim. Çağlar boyu, dünyanın çeşitli yerlerinde buna benzer şeyler yaşanmış ki klasikler hala sanki bugün için yazılmış gibi tekrar ve tekarar sergilenebiliyor. Bize umut gerekli, her şeyin bir sonu olduğu bilgisi. Ama oturduğumuz yerde gökten üç elma düşmesini beklersek sadece Newton haklı çıkar. O elmalar da kafamızı yarar. Biz bu sene onları içi kurtlanmadan dalından koparalım, ne dersiniz? Mutlu seneler.